1. Genel olarak
VI. Hukuka aykırılığı kaldıran hâller
1. Genel olarak
Madde 63 - Kanunun verdiği yetkiye dayanan ve bu yetkinin sınırları içinde kalan bir fiil, zarara yol açsa bile, hukuka aykırı sayılmaz.
Zarar görenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar, zarar verenin davranışının haklı savunma niteliği taşıması, yetkili kamu makamlarının müdahalesinin zamanında sağlanamayacak olması durumunda kişinin hakkını kendi gücüyle koruması veya zorunluluk hâllerinde de fiil, hukuka aykırı sayılmaz.
I-) 818 Sayılı Borçlar Kanunu:
Bu maddenin karşılığı bulunmamaktadır.
II-) Madde Gerekçesi:
Madde 62 - 818 sayılı Borçlar Kanununda yer verilmeyen, “VI. Hukuka aykırılığı kaldıran hâller / 1. Genel olarak” kenar başlıklı yeni bir maddedir.
Tasarının iki fıkradan oluşan 62 nci maddesinde, hukuka aykırılığı kaldıran hâller düzenlenmektedir.
Maddenin birinci fıkrasında, öğreti ve uygulamada da kabul edildiği gibi, yasal bir yetkiye dayanan ve bu yetkinin sınırları içinde kalan bir fiilin, zarara sebep olması durumunda bile, hukuka aykırı sayılmayacağı öngörülmektedir.
Maddenin ikinci fıkrasında da, zarar görenin geçerli bir rızasının bulunması, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar, zarar verenin davranışının haklı savunma (meşru müdafaa) niteliği taşıması, yetkili kamu organlarının zamanında müdahalesini sağlayamayacak olan kişinin hakkını kendi gücüyle koruması ve zorunluluk hâllerinde de fiilin hukuka aykırı sayılmayacağı belirtilmektedir.
Maddede sayılan hukuka aykırılığı kaldıran hâllerin sorumluluk doğurup doğurmadıkları, Tasarının 63 üncü maddesinde ayrıca düzenlenmiştir.
III-) Kaynak İsviçre Borçlar Kanunu:
Bu maddenin karşılığı bulunmamaktadır.
IV-) Yargı Kararları:
1-) YHGK, T: 06.11.2013, E: 2013/364, K: 2013/1543:
“… HUKUK GENEL KURULU KARARI
…
Dava, spor müsabakası sırasında tedbirsiz ve dikkatsizlik nedeniyle uğranılan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalı S.S.nın 10.4.2005 tarihinde halı sahada futbol müsabakası sırasında, müvekkili M. Ş.’ya çok sert bir şekilde vurmak suretiyle ayağının muhtelif yerlerinden kırılması ve ağır derecede yaralanmasına sebebiyet verdiğini, davalının sorumlu olduğunu, müvekkilinin yaralanmadan dolayı yoğun bakımda yattığını, kırılan yerlere 4 adet platin çiviler takıldığını, 4 aydır çalışamadığını, 4 aydır duruşmaları takip edemeyen müvekkilinin işlerinin aksadığını, müvekkilinin kasıtlı ve kusurlu eylemden ağır yaralanmasından dolayı büyük derecede acı ve üzüntüye boğulduğunu ileri sürerek, 5.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; … Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şubesi Müdürlüğünde yaklaşık 2 yıldır polis olarak görev yaptığını, davacının ayağının kırılmasına yol açan pozisyonun 10 Nisan 2005 tarihinde yapılan ikinci maçta gerçekleştiğini, maç esnasında defanstan aldığı topla karşı takımdan iki kişiyi çalımlayarak kaleye doğru yöneldiği sırada ikisine de eşit mesafede olan davacının hızla hamle yaptığını ancak tarafından daha önce topa müdahale edilmesi sonucu topun aradan çıktığını ve topa iki tarafın da yapmış olduğu bu hareketin ivmesi sonucu çarpışmanın meydana geldiğini ve çarpışma sonucu davacının kaval kemiğinin kırıldığını, olayın oluşunda davacının iddia ettiği gibi kasta dayanmadığını ileri sürerek yersiz açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, spor karşılaşmalarında meydana gelen yaralanma veya ölüm olayında hukuki veya cezai bir sorumluluğun doğabilmesi için, bu sonucun o spor dalının kurallarına aykırı bir hareket sonucu oluşması, bu hareketin hukuka aykırı olması ve hareketi yapanın kusurlu bulunması, zararla sonuç arasında uygun illiyet bağının bulunması gerektiği, davacının yaralanmasına yol açan olayın spor oyun kuralları içinde kaldığı, davalının ağır kusurlu veya kasıtlı bir hareketinin olmadığı bu nedenle hukuki sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Daire’ce yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, davacının yaralanmasına yol açan olayın, spor oyun kuralları içinde kaldığı, davalının ağır kusurlu veya kasıtlı bir hareketinin olmadığı bu nedenle hukuki sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının spor müsabakası sırasındaki eylemi sonucu, davacıda meydana gelen 4,3 oranındaki maluliyet nedeni ile tazminat sorumluluğunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
…
Borçlar Kanunu’nda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil ise hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.
Haksız fiilden söz edilebilmesi için, şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalı; bu fiili işleyenin kusurlu olmalı; kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez.
Bir eylem hukuka aykırı olsa bile, hukuka aykırılığı ortadan kaldıran hukuka uygunluk nedenlerinden birinin bulunması halinde, sorumluluktan söz edilmesi mümkün değildir. Somut olay bakımından eylemin halı sahada oynanan futbol müsabakası sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, spor karşılaşmaları bakımından hukuka uygunluk nedenleri olarak, Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesinde düzenlenen meşru müdafaa hali, BK 44 maddesinde düzenlenen mağdurun izni ve birlikte kusur hali, kanunun verdiği yetkinin kullanılması ile zararı göze alma olarak sayılabilir.
… Mağdurun rızası ile ilgili hukuka uygunluk nedenine gelince, emredici hukuk kurallarına, ahlak ve kişilik haklarına aykırı olmadığı takdirde, mağdurun rızası eylemi hukuka uygun hale getirecektir. Eylem emredici hukuk kurallarına, ahlaka ve kişilik haklarına aykırı ise, mağdurun rızası olsa bile hukuka uygun hale gelmeyecektir. Spor karşılaşmalarında sporcular, oyun kuralları içeresinde kalması koşuluyla rakiplerinin müdahalelerine izin verdikleri kabul edilmektedir. Burada sporcuların rakiplerine verdikleri izin kendilerini yaralaması konusunda olmayıp, oyun kuralarının izin verdiği müdahalelerdir. Bu nedenle eylemin oyun kuralları içeresinde kalan bir eylem olduğunun tespiti önemli olacaktır. Zararı göze alma konusuna gelince, spor veya gösteri amaçlı oyun ve yarışmalara katılan kişilerin, katıldıkları oyun ve yarışmalardan doğabilecek yaralanmaları ve benzer sonuçları göze alarak katıldıkları kabul edilir. Burada verilen izinden kasıt oyunda yaralanmaya açıkça izin değil, yarışmalardan doğabilecek yaralanma ve benzer sonuçlarını görüp göze alıp oyuna ve yarışmaya katılmasıdır. Sporcu oyuna ve yarışmaya katılırken, oyun kuralları çerçevesinde meydana gelebilecek normal yaralanmalara izin verdiğinin kabulü gerekir, yoksa oyun kurallarına uymayan eylemlerle karşıdaki sporcuya verilen zararlar için izinden bahsedilmesi mümkün olmayıp söz konusu eylem sporcunun kişilik haklarına yapılan bir saldırı olarak kabul edilmesi gerekmektedir. …
Sonuç olarak, zarara sebep olan kişinin oluşan yaralanmaların hepsi için sorumlu tutulması ilgili müsabaka kurallarına uyulmuş olması halinde, her halükarda yerinde olmayıp, sporcuların, ancak tasvip edilen sertliğin ve böylece adil olmanın sınırlarının aşıldığı durumlar bakımından yaralanmalar nedeniyle sorumlu tutulmalıdırlar. … Ağır bir kural ihlalinin ne zaman kabul edilebileceği ise yapılan spor müsabakasının çeşidine bağlı olarak her somut olayın koşulluları göz önüne alınarak araştırma yapılması gerekmektedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Davacının ayağının muhtelif yerlerinden kırılması sonucu ve % 4,3 sürekli işgücü kaybına uğrayacak şekilde yaralanması ile sonuçlanan olayda davalı eyleminin; futbol oyun kurallarına aykırı olarak sert ve ciddi faul eylemi olup olmadığı, tasvip edilen sertliğin yani adil olmanın sınırlarının aşılıp aşılmadığı, sportmenliğe veya fair play (spor ahlakı) ilkesine aykırı tutum ve davranış olup olmadığı hususu dosya kapsamından yeteri açıklığa kavuşturulmamıştır. Bu bakımdan, futbol konusunda uzman, futbol hakemi, futbol teknik adamı ve futbol oyuncusundan oluşacak üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınarak, bu husus açıklığa kavuşturulup varılacak uygun sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
…
Yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve maddi olguya ilişkin açıklamalar ve aynı hususlara işaret eden Özel Daire kararı dikkate alınmadan, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir. …”
2-) Y. 4. HD, T: 24.01.2019, E: 2016/15251, K: 2019/332:
“… Davacılar, davalıların şikâyeti nedeniyle evlerine gelen polis memurlarınca karakola götürüldüklerini ve ifadelerinin alındığını, şikâyetin haksız olduğunu, bu durumun kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığını belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Davalılar, anayasal şikâyet hakkının kullanıldığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, davalı ... tarafından sunulan şikâyet dilekçesine herhangi bir delil eklenmediği, soyut ifadelere dayanıldığı, böylelikle TBK’nın 63/1. maddesindeki sınırın aşıldığı gerekçesiyle adı geçen davalı yönünden davanın kısmen kabulüne, davalı ...’nun hukuka aykırı bir eylemi bulunmadığı gerekçesiyle onun yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
Şikâyet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, BK’nın 49. (TBK’nın 58.) maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.
Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikâyet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Dosya kapsamından, davacıların dava dışı oğulları ...’in davalı ...’nın yetkilisi olduğu şirkette 2013 yılı Nisan ayında çalışmaya başladığı, yapılan denetim neticesinde; ... ile dava dışı muhasebecinin birlikte hareket ederek şirketi yüklü miktarda zarara uğrattıkları yönünde tespitte bulunulması üzerine; davalı ...’nın önce dava dışı bu kişiler hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan şikâyetçi olduğu anlaşılmaktadır.
Soruşturma sırasında davalı ..., şikâyet dilekçesiyle; dava dışı ...’ın işe girerken ailesi ile görüşmediğini, maddi durumlarının iyi olmadığını belirtmesine rağmen, sonrasında babasının ...’ın eşine araba aldığı, bankada paralarının bulunduğu, üzerlerine kayıtlı dört adet gayrimenkullerinin olduğu yönünde duyumlar aldığını belirterek davacıların mal varlıklarının ve hesap hareketlerinin incelenmesi isteminde bulunmuş ve davacılardan şikâyetçi olmuştur.
Davacı ..., şikâyet üzerine verdiği ... ifadesinde; oğulları davalıya ait şirkette çalışmaya başlamadan önce, kendisine anne ve babasından 382.000,00 TL miras kaldığını, bununla 2013 yılı Mart ve Nisan aylarında iki adet daire aldığını, halen daha bankada 95.000,00 TL civarında parasının olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca soruşturma aşamasında dinlenen bir kısım şirket çalışanları, dava dışı muhasebeci ile davacıların oğlu arasında geçen tartışmalara ve ..’ın şüpheli hareketlerine ilişkin anlatımlarda bulunmuşlardır.
Davalı ...’nın davacıları zararlandırma düşüncesi ile kasten şikâyetçi olduğuna dair dosyada delil bulunmamaktadır. Gerek davacıların beyanları, gerekse soruşturma aşamasında ifadesine başvurulan şirket çalışanlarının anlatımları değerlendirildiğinde; davalının, davacıların mal varlıklarının incelenmesini istemesinin olağan şüpheye dayandığı ve haklarında şikâyetçi olmasında bir takım emareler bulunduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenle istemin tümden reddi gerekirken, şikâyetin haksız olduğundan bahisle davalı ...’nın tazminatla sorumlu tutulması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. …”
V-) Yararlanılabilecek Monografiler:
Emel Badur; Tıbbi Müdahaleye Rızanın Özellik Gösterdiği Haller, Ankara, 2017.
Alperen Polat; Sorumluluk Hukukunda Rıza, İstanbul, 2019.